Türkçemiz Hakkında...
Tarihçi Halil İnalcık'ın Doğu - Batı dergisinde çıkan makalelerinden bazıları Doğu Batı adıyla bir kitap olarak yayınlanmış. Bu makalelerden birinde Hermenötik ve Filolojinin Önemi hakkında fikirlerini beyan eden yazar dilimiz hakkında yazdıkları kanaatimce epey önem taşıyor
"Anlamı kesin sınırlarıyla belli bir ifade içinde aktarılmamış bir fikir yorumlanamaz. Sözcük, bir toplumda herkesin aynı içerik ve anlam verdiği bir sembol, sosyolojik bir olgudur. Kelime, toplumda herkeste aynı düşünceyi çağrıştırdığı takdirde, ancak ozaman, bir iletişim aracı, niteliğini kazanır. Bazı dilciler, kelimenin bu sosyal niteliğini, göz ardı ederek kelime uydururlar ve bununla dil oluşturduklarını sanırlar. Yeni bir kelime toplumda herkeste aynı anlamı çağrıştırmıyorsa, dile mal olmuş değildir; Uydurulan kelimenin bu niteliğe kavuşması ya hiç gerçekleşmez veya uzun bir zaman alır; Yahut toplumun ona verdiği farklı bir anlam kazanır. Benim anlayışımda ilim kelimesi, bilim kelimesinden anladığım şeyden farklıdır. Oysa, ilim yapmak için, her kelime ve terim; belli, kesin bir anlam çağrıştırmalıdır zihnimde. Eski yerleşmiş dil öğeleri, bir kültür değişimi sonucu terkedilmeye veya dilden düşmeye başladığı zaman bir dil ve kültür bunalımı gündeme gelir. Bugün Türk dili bu durumdadır. Bügün islamcı aydınların yayınlarında (mesela bakınız V.D. İslam Ansiklopedisi) kullanılan geleneksel dil ile mesela Toplumsal Tarih Vakfı yayınlarında tercih edilen 'yeni' dil iki ayrı dildir. F. Köprülü ve Ö.L.Barkan'ın 40-50 yıl önce kullandığı dil, bugün gençler tarafından anlaşılmaz bir dil olmuştur. Barkan'ın kuşağı da; Atatürk'ün nutkunun orjinalini okuyup anlamakda güçlük çekiyordu. Türk dili tam bir kargaşa içindedir. Bu dil kargaşasında bilim yapmak olanaksızdır: Kelimeler, terimler zihnimizde belirsiz anlamlar uyandırıyor; Benim anladığım şey yanımdakinin anladığından farklıdır. Dil sosyal ve bilimsel bir iletişim aracı olmaktan çıkmıştır. Bu yüzden yabancı kelimelerle meramımızı anlatmaya çalışıyoruz. Yanlız benim gibi eski kuşak değil, yeni kuşak da bilimler ve felsefe için ortaya atılan sözcüklerle yazılmış bir kitabı anlamakta güçlük çekiyor. Bu koşullar altında, Türkiye'de bilim adamının anlayabildiği gerçek bir bilim dilinin yerleşmesi için uzun zaman beklemek zorundayız." (Doğu Batı, s:57)
Bu konuyla alakalı olarak bir anektod arz etmek istiyorum. Ömer Seyfettin'in kızı ile yapılan bir söyleşiyi televizyonda seyretme imkanı buldum. Oldukça yaşlanmış bir hanımefendi. Konuşmasının bir yerinde en sevdiği dilin Fransızca olduğunu söylüyor. Küçükken nasıl öğrendiysem şimdi de aynı dil diyor. Geçenlerde Fransa'dan bir kitap gönderdiler gayet rahat bir şekilde okudum, ama Türkçe bir kitap okurken bir bakıyorsunuz tümce diye bir kelime geçiyor, uzun süre düşündükten sonra onun cümle demek olduğunu anlıyorsunuz, cümle'ye ne oldu, niye o kelime kullanılmıyor da yenisini uydurmaya ihtiyaç duyuldu diye şikayet ediyor ve babam böyle mi yaptı diye ekliyor hanımefendi. Çıkardığı Genç Kalemler dergisi ile yeni lisan hareketini başlatan Ömer Seyfettin'in kızı bile dilimizin geldiği noktadan şikeyetçi... Ke kadar üzülsek azdır...
"Anlamı kesin sınırlarıyla belli bir ifade içinde aktarılmamış bir fikir yorumlanamaz. Sözcük, bir toplumda herkesin aynı içerik ve anlam verdiği bir sembol, sosyolojik bir olgudur. Kelime, toplumda herkeste aynı düşünceyi çağrıştırdığı takdirde, ancak ozaman, bir iletişim aracı, niteliğini kazanır. Bazı dilciler, kelimenin bu sosyal niteliğini, göz ardı ederek kelime uydururlar ve bununla dil oluşturduklarını sanırlar. Yeni bir kelime toplumda herkeste aynı anlamı çağrıştırmıyorsa, dile mal olmuş değildir; Uydurulan kelimenin bu niteliğe kavuşması ya hiç gerçekleşmez veya uzun bir zaman alır; Yahut toplumun ona verdiği farklı bir anlam kazanır. Benim anlayışımda ilim kelimesi, bilim kelimesinden anladığım şeyden farklıdır. Oysa, ilim yapmak için, her kelime ve terim; belli, kesin bir anlam çağrıştırmalıdır zihnimde. Eski yerleşmiş dil öğeleri, bir kültür değişimi sonucu terkedilmeye veya dilden düşmeye başladığı zaman bir dil ve kültür bunalımı gündeme gelir. Bugün Türk dili bu durumdadır. Bügün islamcı aydınların yayınlarında (mesela bakınız V.D. İslam Ansiklopedisi) kullanılan geleneksel dil ile mesela Toplumsal Tarih Vakfı yayınlarında tercih edilen 'yeni' dil iki ayrı dildir. F. Köprülü ve Ö.L.Barkan'ın 40-50 yıl önce kullandığı dil, bugün gençler tarafından anlaşılmaz bir dil olmuştur. Barkan'ın kuşağı da; Atatürk'ün nutkunun orjinalini okuyup anlamakda güçlük çekiyordu. Türk dili tam bir kargaşa içindedir. Bu dil kargaşasında bilim yapmak olanaksızdır: Kelimeler, terimler zihnimizde belirsiz anlamlar uyandırıyor; Benim anladığım şey yanımdakinin anladığından farklıdır. Dil sosyal ve bilimsel bir iletişim aracı olmaktan çıkmıştır. Bu yüzden yabancı kelimelerle meramımızı anlatmaya çalışıyoruz. Yanlız benim gibi eski kuşak değil, yeni kuşak da bilimler ve felsefe için ortaya atılan sözcüklerle yazılmış bir kitabı anlamakta güçlük çekiyor. Bu koşullar altında, Türkiye'de bilim adamının anlayabildiği gerçek bir bilim dilinin yerleşmesi için uzun zaman beklemek zorundayız." (Doğu Batı, s:57)
Bu konuyla alakalı olarak bir anektod arz etmek istiyorum. Ömer Seyfettin'in kızı ile yapılan bir söyleşiyi televizyonda seyretme imkanı buldum. Oldukça yaşlanmış bir hanımefendi. Konuşmasının bir yerinde en sevdiği dilin Fransızca olduğunu söylüyor. Küçükken nasıl öğrendiysem şimdi de aynı dil diyor. Geçenlerde Fransa'dan bir kitap gönderdiler gayet rahat bir şekilde okudum, ama Türkçe bir kitap okurken bir bakıyorsunuz tümce diye bir kelime geçiyor, uzun süre düşündükten sonra onun cümle demek olduğunu anlıyorsunuz, cümle'ye ne oldu, niye o kelime kullanılmıyor da yenisini uydurmaya ihtiyaç duyuldu diye şikayet ediyor ve babam böyle mi yaptı diye ekliyor hanımefendi. Çıkardığı Genç Kalemler dergisi ile yeni lisan hareketini başlatan Ömer Seyfettin'in kızı bile dilimizin geldiği noktadan şikeyetçi... Ke kadar üzülsek azdır...
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home