bâd-ı sâbâ

Perşembe, Aralık 31, 2009

ALGIYI AÇIK TUTMAK

İngilizce meselesini kökten halletmiş bir arkadaşıma bu işi nasıl başardığını sorduğumda algıyı açık tutmanın ehemmiyetinden bahsetti. Yani bir yerde bir İngilizce kelime gördüğünde bunun anlamını, kullanılışını araştırmalı ve İngilizce kelime havuzuna bunu da dahil etmeli.

Arkadaşımın bu sırrı bana Peter Senge’nin sahasında önemli mihenk taşlarından biri olan Beşinci Disiplin adındaki kitabında bahsettiği beş disiplinden ilki olan Kişisel Ustalık (Personal Mastery) disiplinini hatırlattı.

“Yüksek kişisel ustalık düzeyindeki insanlar sürekli bir öğrenme halinde yaşarlar. Hiçbir zaman varmazlar. Bazen dil kişisel ustalık teriminde olduğu gibi, yanıltıcı bir keskinlik duygusu uyandırır. Ancak kişisel ustalık sahip olduğumuz bir şey değildir. Bir süreçtir. Hayat boyu süren bir disiplindir. Yüksek kişisel ustalığa sahip insanlar bilgisizliklerinin, yetersizliklerinin, yetişme alanlarının had safhada bilincindedirler. Ve derinden bir özgüven duygusuna sahiptirler. Bir paradoks mu? Sadece ödülün yolculuğun kendisi olduğunu göremeyenler için. “

Yazar öğrenmeyi ise şu şekilde tarif etmektedir.

“Gerçek öğrenme, insan olmanın anlamını ta yüreğinden kavrar. Öğrenme ile kendimizi yenileriz. Öğrenmeyle, şimdiye kadar hiç bir zaman yapamadığımız bir şeyi yapmaya muktedir hale geliriz. Öğrenmeyle dünyayı ve onunla ilişkimizi yeniden kavrarız. Öğrenmeyle, üretme ve hayatın üretme sürecinin bir parçası olma kapasitemizi genişletiriz. Her birimizin içinde bu tür öğrenmeye karşı derin bir açlık vardır.”

Günümüzde bilgiye erişim hayli kolaylaşmıştır. Bir çok kitaplar ansiklopediler bilgisayar ortamına taşınmıştır. Arama motorları ile istenilen bilgiye kısa sürede ulaşılabilmektedir. (Arama sonucunda ortaya çıkan her bilgiye güvenilir mi, doğru bilgi hangi kaynaklardan elde edilir meselelerini de ayrı bir yazıda irdeleyelim.) Dolayısıyla yazarın bahsettiği sürekli öğrenme halinde olanların da işleri oldukça kolaylaşmıştır.

Diyelim bir dergi veya gazetede bir köşe yazısı okuyoruz. Karşımıza tanımadığımız bir şahsiyet veya bilmediğim bir tarihi hadise veya mânâsını tam kavrayamadığımız bir kelime çıktı. Yapılacak iş hemen bunu bir yere not edip daha sonra araştırmak olmalıdır. Bu şekilde bilgi hazinemizi biraz daha genişletmiş oluruz. Muhtemelen bu araştırma sırasında da bilmediğimiz bir çok mefhum ile karşılaşacak, bu vesileyle onları da öğrenmiş olacağız.

Şayet araştırmak yerine tembellik eder de hiçbir şey yapmadan geçersek öncelikle okuduğumuz yazıyı tam olarak anlayamayacağız. Daha sonra aynı şeyle başka yerde de karşılaşınca bu şey bize tanıdık gelecek. Aslında aldatıcı bir aşinalık bu. Mânâsını, muhtevasını bilmediğimiz halde bu aşinalığın verdiği rahatlık sayesinde anlatılanı anladık hissine kapılacağız. Bir tür öğrenme – anlama ilizyonu aslında. Anlamıyoruz ama anladık diye şartlıyoruz kendimizi. Büyük bir şirkette genel müdürlük de yapmış bir üniversite hocamız milletimizin bir çok meseleyi konsept olarak bildiğini fakat hiç birinin derinliğine, muhtevasına hakim olmadığını söylemişti. Biliyorum zannedip bilmeme durumu.

Bu hastalığın belki en önemli örneği yeni bir kelime öğrendikten sonra sürekli o kelimeyle karşılaşıyor hissine kapılmamızdır. Sanki o kelime daha önce hiç yokmuş da birden heryerde kullanılıyor olmuş zannederiz. Oysa daha öncede de o kelime karşımıza aynı sıklıkla çıkıyordu ama yukarıda bahsettiğim ilizyon sebebiyle biz o kelimeye olan cahilliğimizin farkında değildik. Öğrendikten sonra algıda seçicilik mekanizması devreye girdi.

Algıyı açık tutmanın faydasını ben de gördüm diyebilirim. Yıllar önce okuduğum bir yazıda bugün yaygın olarak kullanılmayan fakat altmış sene, seksen sene önce sıklıkla kullanılan, dilde yapılan planlı tahribatlar neticesinde unutulmaya yüz tutmuş kelimeleri öğrenmenin lüzumundan, bunun için lügat kullanmanın ehemmiyetinden bahsediliyordu. O andan itibaren kitap ayıraçlarının temiz yüzüne o kitapda geçen bilmediğim kelimeleri ve yanlarına lügat manalarını yazmayı adet edindim. Bu şekilde epey kelimeyi kelime hazineme kattığımı söyleyebilirim.

Bir sohbet esnasında bahsedilen bir konudan bir blog yazısı çıkarmak da algı açıklığının bir tezahürü değil midir zaten.

Etiketler: , , , ,