Cumartesi, Ocak 23, 2010

Asilin Dilinden Avam Anlamaz

Osmanlı’nın en çok eleştirilen taraflarından biri de bilimde ve bilhassa edebiyatta sıkça Arapça ve Farsça kökenli kelimlerin ve tamlamaların yer aldığı ağır ağdalı bir dilin kullanılmış olmasıdır. Bu eleştiri ne derece haklı, sade bir dil kullanılmış olsayda durum daha mı iyi olurdu bunu kestirmek benim için hayli zor fakat anlaşılan o ki Osmanlı bu hususta yalnız değil. 18 yüzyıl Avrupa’sı da dönemin baskın kültür dili olan Fransızca’nın tesiri altında kalmış. Bakınız Avrupa’da Aydınlanma* adlı eserde bu durumdan nasıl bahsediliyor:

... Fransızca soyluların ve sarayların egemen dili haline gelmişti; soylular yerel dili ve lehçeleri bilseler bile, sadece hizmetkârlarıyla o dilde konuşurlardı. Fransızca o zamana kadar çok konuşulan İtalyanca’nın yerini aldığı gibi, bilim dili olarak Latince’nin de yerine geçmeye başlamıştı. Butün saraylar tümüyle Fransız örneğine göre düzenlenmişti. Sadece bu dilde mektuplaşılıyordu. Fransızca aynı zamanda burjuva aydınlar ve tüccarlar için de öğrenilmesi gereken bir yabancı dil olmuştu.

Anadili aynı olan iki insan neden iletişim için bir yabancı dili kullanmayı tercih ederler? Bu tercihi Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisininin üçüncü basamağı olan “kendini gerçekleştirme” ve “estetik değerler” ile izah etmek mümkün mü? Ben bu durumun ilk bakışta akla geldiği gibi basit bir show off ile açıklanamayacağı kanaatindeyim. Öyle olsa hem hocanın hem de talebenin ana dilinin Türkçe olduğu bir ülkede öğretim gibi kritik bir ameliyenin her iki tarafın da meramını güçlükle ifade edebildiği bir dilde yapılmaya çalışılmasını neyle izah edebiliriz?

*Ulrich Im Hof, Avrupa’da Aydınlanma, Literatür Yayınları, 2004

Etiketler: , , , ,

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home