bâd-ı sâbâ

Cumartesi, Ocak 23, 2010

Avrupa'da Yahudiler

İsviçre’nin bir referandum ile minare inşası yasaklaması ülkemizde de birçok haklı tepkiye sebep oldu. Bunun üzerine kendi kültürümüze yüzünü buruşturarak bakan, kendi tarihimizi yabancı kaynaklardan okuyarak anlamaya çalışan (ki birçokları buna dahi tenezzül etmezler. Öyle ya geçmişimizde öğrenmeye değer ne vardır ki...) bazı sözde aydınlarımız “durun! İsviçre’ye çamur atacağınıza kendi tarihinize bakın da islam toplumlarındaki zimmîlerin ne çektiğini görün” diyerek karşı atağa geçtiler. Bazılarına vaziyetin hiç de sandıkları gibi olmadığı ehil kişilerce ispat edildi. Bense yine Avrupa’da 18. Yüzyılda Yahudilerin vaziyetini Avrupalı bir kaynaktan aktarıyorum*:

Çoğunlukla aşağılanıyor, kendilerinden korkuluyor ve nefret ediliyorlardı. Sonuçta Yahudiler vaktiyle İsa’yı öldürmüşlerdi... İmparatorluk kenti Viyana’da bile Yahudiler, bir gettoda kendi yaşamlarını sürdüremiyorlardı. Kent kapılarından geçerken özel bir gümrüğe tabiydiler, yüksek hoşgörü ücreti ödemeleri gerekiyordu. Sarı bir benekle işaretlenmiş özel giysiler giymekle yükümlüydüler ve sadece kendilerine ayrılmış evlerinde oturmak zorundaydılar ve önlerinden geçen dini alaya pencerelerinden bakmaları kesinlikle yasaktı. Herkese açık yerlere girmek, tiyatro ve konserlere gitmek onlara yasaklanmıştı. Değişik biçimlerle hemen her yerde böylesi sınırlamalara tabiydiler. Çoğunlukla onlara toprak sahibi olma izni verilmediğinden, tam da başka etkinliklere muhtaç olmuşlardı.

Yahudiler Batı Avrupa’da daha özgürce hareket ediyorlardı. Her zaman özel bir yasaya bağlı olsalar da 15. Yüzyılda İspanya’dan sürülenler Felemenk’e, İngiltere’ye ve çeşitli ticaret kentlerine yerleşebilmişlerdi.


*Ulrich Im Hof, Avrupa’da Aydınlanma, Literatür Yayınları, 2004

Etiketler: , , ,

Asilin Dilinden Avam Anlamaz

Osmanlı’nın en çok eleştirilen taraflarından biri de bilimde ve bilhassa edebiyatta sıkça Arapça ve Farsça kökenli kelimlerin ve tamlamaların yer aldığı ağır ağdalı bir dilin kullanılmış olmasıdır. Bu eleştiri ne derece haklı, sade bir dil kullanılmış olsayda durum daha mı iyi olurdu bunu kestirmek benim için hayli zor fakat anlaşılan o ki Osmanlı bu hususta yalnız değil. 18 yüzyıl Avrupa’sı da dönemin baskın kültür dili olan Fransızca’nın tesiri altında kalmış. Bakınız Avrupa’da Aydınlanma* adlı eserde bu durumdan nasıl bahsediliyor:

... Fransızca soyluların ve sarayların egemen dili haline gelmişti; soylular yerel dili ve lehçeleri bilseler bile, sadece hizmetkârlarıyla o dilde konuşurlardı. Fransızca o zamana kadar çok konuşulan İtalyanca’nın yerini aldığı gibi, bilim dili olarak Latince’nin de yerine geçmeye başlamıştı. Butün saraylar tümüyle Fransız örneğine göre düzenlenmişti. Sadece bu dilde mektuplaşılıyordu. Fransızca aynı zamanda burjuva aydınlar ve tüccarlar için de öğrenilmesi gereken bir yabancı dil olmuştu.

Anadili aynı olan iki insan neden iletişim için bir yabancı dili kullanmayı tercih ederler? Bu tercihi Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisininin üçüncü basamağı olan “kendini gerçekleştirme” ve “estetik değerler” ile izah etmek mümkün mü? Ben bu durumun ilk bakışta akla geldiği gibi basit bir show off ile açıklanamayacağı kanaatindeyim. Öyle olsa hem hocanın hem de talebenin ana dilinin Türkçe olduğu bir ülkede öğretim gibi kritik bir ameliyenin her iki tarafın da meramını güçlükle ifade edebildiği bir dilde yapılmaya çalışılmasını neyle izah edebiliriz?

*Ulrich Im Hof, Avrupa’da Aydınlanma, Literatür Yayınları, 2004

Etiketler: , , , ,

Perşembe, Ocak 21, 2010

Mutluluk

The New York Times gazetesinden Nicholas Kristof “The Happiness Hypothesis” adlı kitaptan mutluluk üzerine bazı örnekler vererek ulaşılmaya çalışılan bazı şeylerin aslında sanıldığı gibi mutluluğa yol açmadığını yazmış köşesinde. Ben de bu yazından biraz aktarıyorum:

•Erkekler kadınlardan daha fazla mutlu değildir. (Aksini kim iddia etmişti?)

•Açık güneşli havanın insanları, soğuk iklimlerin insanlarından daha fazla mutlu değildir.

•Diyaliz hastası olmak gibi kronik sağlık problemi olmak bile uzun vadede mutluluğu çok az etkiler.

•Güzel insanlar, çirkinlerden daha fazla mutlu değildir.

•Beyazlar, siyahlardan yalnızca biraz fazla mutludur.

•Gençler, yaşlılardan biraz mutsuzdur.

•Dini inancı olanlar, dinden uzaktan olardan daha fazla mutludur.

“İnsanoğlu birçok bakımdan arılara benzer. Sosyal bir birliktelik içinde yaşayabiliriz, kovanımızdan uzak kalmak bizi pek mutlu etmez” diyor bahsedilen kitabın yazarı.

Yazar ayrıca başkaları için bir şeyler yapmanın ehemmiyetine işaret ediyor. Hayırseverliğin, cömertliğin, fedakârlığın yapan kişiyi de oldukça mutlu ettiğini, yapılan bilimsel deneylerin de bunu gösterdiğini söylüyor.

Aslında kendi kültür ve medeniyetimize yabancı olmayanlar için hiç de yeni bir bilgi değil ama kendi kültür ve medeniyetimizden geriye ne kaldı ki...

http://www.nytimes.com/2010/01/17/opinion/17kristof.html?em

Etiketler: , ,